19 Mayıs 2009 Salı

Aşkın Gökkuşağı

Sürekli takıldığım kafelerden birinde oturmuş yemek beklerken yine aşk ve şiir üzerine düşünceler içerisindeydim. Karşımdaki eski moda takvim 20 Ocak 2009 tarihini işaret etmekteydi. Daha önce aklıma gelmiş olan 2 dizelik bir beyiti dörtlük hâline getirmeyi başarmıştım. Dörtlüğün ilk kelimesi "beyaz"dı ve bunu fark edince şiirimin konseptini renkler üzerine temellendirmek istedim.

Renkler denince de akla gelen ilk şeylerden biri tabii ki gökkuşağıdır. O anda renklerin hepsini sayamadım kendime ve akşam internetten gökkuşağının renklerine baktım. İnternet ansiklopedisi Vikipedi'de şu şekilde sıralanıyordu renkler: Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, turkuaz, mavi ve mor. Diğer bazı sitelere de baktım turkuaz yerine birçoğu laciverti sayıyordu. Ama turkuaz benim daha çok işime geldi ve Vikipedi de kaynak olarak gösterilebilecek bir yerdi. Ondan sonra her kıtada gökkuşağının renklerini işleyen bir şiir yazdım. Şiirin adı doğal olarak "aşkın gökkuşağı" olacaktı ama gökkuşağının eski dildeki karşılığı olan alaimisema kelimesini tercih ettim.

ALAİMİSEMA-İ AŞK

Bembeyaz karlarla örtülmüş garîp şehirde
Eriyor bütün benliğim sensizlikten heyhat
Ve bu eriyiğin aktığı coşkun nehirde
Süzülüyor bir kar tanesi gibi hatırat

Rengi neydi bilmem hiç görmedim gözlerini
Ne fark eder ki bir bakışın yakmışken beni
Bir kırmızı gül için ağlar ya bülbül hani
Ondan bin beterdir gönlümün ettiği feryat

Senin için yaşadım ömrümü ah nazenin
Güneşin en turuncu hâlince yakar tenin
Dokunursam büyüsü bozulur ellerinin
Efsun-u aşkını bozmaya değmez bu hayat

Güzel söz duymasa da gönlümün kulakları
Sevdim bana can üfleyen zarif dudakları
Hayat ağacımın düşen sarı yaprakları
Örter üstünü sen kalbimde endişesiz yat

Yeşil bir cennet vadediyor adeta kokun
O ki senin ciğerimi delip geçen okun
Sen yalnız seni kokla, seni gör, sana dokun
Ki incitemesin seni hiçbir dünyevî tat

Denizin bittiği turkuaz ufuklar gibi
Nihayeti olmayan aşkın sensin sahibi
Eğer yerim olacaksa cehennemin dibi
Yanma diye her hücreme dilerim şefaat

Saçların bir ırmak gibi gönlüme döküldü
Ve yedi katlı mavi gök ip gibi söküldü
Senden ördüğüm aşkta bu yalnız bir püsküldü
Gök yerine seninle dolsun diye kainat

Derinden özümü yakarken içimdeki kor
Bedenim kanı çekilmiş gibi soğuk ve mor
Aşkının yükünü taşımak ölümden de zor
Kalmadı bende ölmemek isteyecek takat

Simsiyah gölgen bile ilâhî güzellikte
Tanrı kendine şaşmıştır, ne yaman bir sanat
Son bir nefesle aşılacak en son eşikte
Yeniden başlayacak gönlümdeki saltanat

Son dörtlükte Hüseyin Nihal Atsız'ın Geri Gelen Mektup adlı şiirinde geçen "Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur" dizesinden esinlenerek Tanrı'yı kullanmış olsam da, bu şiirde de İskender Pala üstadın etkileri açıkça görülüyor. Mesela turuncu kıtanın son iki dizesi. Yani öyle bir aşk ki bu, sevgilinin güzelliğini bozmak korkusuyla dokunmaya kıyılamıyor. Benzer anlam yeşil kıtanın son iki dizesinde de var. Bu dünyayla ilgili hiçbir şeyin sevgiliye lâyık olamayacağı da vurgulanmış.

Bu arada son dize ilk yazdığımda "Seni göreceğim ve arkanda bir çift kanat" şeklindeydi ama birkaç arkadaşımdan o dizeyle ilgili olumsuz eleştiri alınca değiştirdim. Hem şekil hem anlam olarak ben de yeni hâlini daha güzel buldum şahsen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder